13 Aralık 2011 Salı

Yeni Albümü 'Neveser' ve Hayatından kesitlerle...



1-Aslıhan Erkişi Canandan Uzak
2-Aslıhan Erkişi Yıllardır Bekliyorum
3-Aslıhan Erkişi Gül Dalında Öten Bülbülün Olsam
4-Aslıhan Erkişi Neden Bilmem Bu İptila
5-Aslıhan Erkişi Ruhumda Neş’e Hayale Daldım
6-Aslıhan Erkişi Kuş Olup Uçsam
7-Aslıhan Erkişi Gül Olsam Ya Sümbül Olsam
8-Aslıhan Erkişi Hüsranla Gönül Hep İnler
9-Aslıhan Erkişi Bir Emele Bin Ah Çeksem
10-Aslıhan Erkişi Sevdikçe Seni







A S L I H A N E R K İ Ş İ

Minik Dualar ve Ninni albümlerinden tanıdığımız Aslıhan Erkişi, ilk solo albümü ile karşımızda. Albümünde en önemli kadın bestekârlarımız arasında gösterilen Neveser Kökdeş'in şarkılarını seslendiren Erkişi, onun hayat hikâyesinin kendisini çok etkilediğini söylüyor. Müzik kariyerini eşi Ertuğrul Erkişi'ye borçlu olduğunu anlatan sanatçı, "O beni desteklemeseydi şu an karşınızda olamazdım." diyor.

***

Müzik hayatınız nasıl başladı?


Lise yıllarında başladı. İlk olarak Gemlik'teki koroya katıldım. Halamın teşviki ile Bursa Büyükşehir Belediyesi Korosu'nda klasik kemençe ve ses eğitimi aldım. Burada bir çocuk korosu yönettim. Ama profesyonel anlamda müzikle ilgilenmem Ertuğrul Bey ile tanışmam sayesinde oldu. Ertuğrul Bey, nişanlıyken benim üniversite sınavlarına girmemi ve konservatuvar eğitimi almamı istedi. Onun ısrarı üzerine üniversite sınavlarına girdim. İTÜ Devlet Konservatuvarı Ses Eğitimi bölümünü kazandım. Bir yandan eğitimimi devam ettirirken bir yandan da eşimle farklı projeler yaptık.

Kendi albümünüz için neden bu kadar beklediniz?

Daha önce bebekler için bir albüm yapmıştım ama o ciddi bir albüm değildi. Bugüne kadar kendimi hazır hissetmedim. Ayrıca hem eğitimime devam edip farklı projelerde çalışırken bir yandan da çocuklarımla ilgilendim. Açıkçası fırsat da olmadı. Çünkü böyle bir albüm yapmak için çok ciddi bir mesai harcamak gerekiyordu. Akustik müzikten Metin Gım bana Neveser Kökdeş şarkılarından bir albüm yapmamı teklif edince, ilk önce kendime güvenemedim. Onun şarkılarını söylemeyi çok seviyordum ama yine de kararsızdım. Eşim de bu konuda beni destekleyince artık bu albümü yapmalıyım dedim.

Peki farklı şarkılar söylemek yerine neden sadece Neveser Kökdeş'in şarkılarını seslendirdiniz?

Ben solo albümümün hep bir proje albümü olmasını istedim. Özellikle de kadın bir bestekâr olmasını arzuluyordum. Neveser Kökdeş'in yaptığı müzikler ve hayat hikâyesi beni çok etkiledi. Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşamış bir kadına göre onun şarkıları çok günceldi. Dinlediğiniz zaman onun eserlerinde kendinizden de bir şeyler buluyorsunuz. Kendimi ona çok yakın hissettim ve onun şarkılarında kendimi buldum. Bu albüm özellikle üniversitelerde sergilenmesi gereken bir proje. Neveser Hanım ideal bir kadın portresi. Osmanlı'nın son dönemi Cumhuriyet'in ilk yıllarında eserler vermiş biri. O zamanları anlamak için iyi bir karakter. Müziği ve hayatı sergilenirse gençler bir sanatçıyı ve bir dönemi tanımış olur.

Neveser Kökdeş'in en çok hangi yönleri sizi etkiledi?

Neveser Kökdeş, zamanına göre çok iyi bir eğitim almış. Varlıklı bir ailenin kızıymış ve 16 yaşında topçu subayı Mehmet Ali Üsküdarlı ile evlenmiş. Ancak, bu evlilik çok kısa sürmüş, henüz ikinci yılında eşi Çanakkale Savaşı'nda şehit düşmüş. Bir yaşındaki oğlu Adnan ile yaşamış ve hiç evlenmemiş. Eşinin şehit olması ile ekonomik sıkıntılara girmiş, bu sıkıntı yüzünden içine kapanmış ve sinir hastası olmuş. 35 yaşlarında geçirdiği yüz felci nedeniyle yüzünün sağ tarafını kullanamaz olması da onu büsbütün üzmüş. Bunca acılar yaşamasına rağmen hiçbir şeyden taviz vermemiş ve önemli eserler vermiş. Onun hayatını bilip de şarkılarını seslendirmek çok anlamlı.

Yıllardır sanat müziği artık bitti deniliyor. Sizin yorumunuz nedir?

Piyasa tarzı denilen ve çok söylenen eserleri çok fazla tercih etmiyoruz. Aslında bu eserleri doğru bir altyapı ve yorumla sunduğunuzda insanlar beğeniyorlar. Bir lise öğrencisi albümün ilk çıktığı gün İstiklal Caddesi'nde şarkılarımdan birini duymuş. Twitter'dan beni buldu. "Normalde sanat müziğini sevmem ama sizin şarkılarınızı çok sevdim ve albümünüzü aldım." diye yazmış. Bu beni çok mutlu etti. Bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmiyordum. Sanat müziği artık bitti söylemlerine o kadar alışmıştık ki neredeyse buna biz bile inanmıştık. İyi müziğin her zaman alıcısı vardır. Şarkıları bu zamana göre yorumladığınızda gençler ilgi gösteriyor.

Beklentim ve şöhret kaygım yok

Sanat müziğine olan ilgide pop müziğin tükenmişliğinin etkisi var mı?

Bazı popçular da sanat müziği söylemeye başladı. Artık kendi müziklerinin tükendiğini mi hissettiler bilmiyorum. Ama bu durum bu müziğin kalitesini gösterir. Sonuçta bir medeniyetin aksi. Bir de bu müzik geçmişte düzgün taşınmadı. Son zamanlarda başarılı çalışmalar yapılmaya başlandı. Sanat müziği bizimdir ve hep bizimle olacaktır.

Eşiniz Ertuğrul Erkişi beğenilen bir sanatçı. Onunla evli olmak size neler kattı?

Ertuğrul Bey profesyonel olarak müzik temellerimi atmama vesile olan kişidir. Üniversiteye gitmemi ve konservatuvar eğitimi almamı desteklemeseydi şu an karşınızda olmazdım. Konservatuvarda görev yapıyor olmayacaktım. İkimizin de müzisyen ve ses sanatçısı olması ikimiz için de büyük şans. Ertuğrul Bey çok uyumludur. Ama çok ince eleyip sık dokur. Bu yüzden geç saatlere kadar çalışırız. Müzik, evde her zaman var. Öyle bir noktaya geldik ki bundan böyle ayakaltı şeyler yapamayız.

Gelecek adına hedefleriniz neler?

Açıkçası benim bir hedefim yok. Türk müziğini ve şarkı söylemeyi çok seviyorum. Bu albümü de kendim için ve kendimi bulduğum için yaptım. Hiçbir beklentim ve şöhret kaygım yok. Özel hayatımla gündemde olmayı hiçbir zaman istemem, ailem benim özelimdir. İnsanların eserlerimi konuşmaları beni daha çok mutlu eder. Türküleri çok seviyorum. İleride sanat müziği formunda bir türkü albümü yapmak isterim.

Ertuğrul Erkişi, Aslıhan Erkişi'yi anlattı

Aslıhan Hanım karakter ve yapı olarak çok özel bir insan. Çok büyük bir birikimi ve potansiyeli var. Yaptığım bestelerin ilk dinleyicisi ve ilk eleştirmeni. Evdeki istişare makamım ve destekçim

12 Aralık 2011 Pazartesi

Bana bir koyun çiz


- Lütfen... Bana bir koyun çiz!
- Ne dedin?
- Bana bir koyun çiz...


Küçük Prens, çölde uçağı arızalanmış bir pilotla konuşuyor. Sekiz günlük suyu kalan pilot uçağını tamir edemezse ölecek. Serap değil, bir çocuk kendisinden resim çizmesini istiyor. Yerleşim merkezlerinden bin mil uzakta, her saniye tabutuna bir çivi çakarken, bu in mi cin mi olduğu belli olmayan çocuğa uçağın tamirini bırakıp koyun resmi çizecek! İyi de bu çocuğun ne işi var sahranın ortasında.

- Peki ama... Ne yapıyorsun sen burada?

En meşgul zamanında bile insan bir çocuğa beş dakikasını ayırabilir. Fakat ortada bir çocuk var mı gerçekten. Çölün yeni bir oyunu olmasın!

- Lütfen... Bana bir koyun çiz!

Exupéry, kahramanının sabrını sınıyor. Pilot pekâlâ kovabilir çocuğu yanından. "Çocuğum senin işin gücün yok mu!" diyebilir. Hem bakalım resim çizmesini biliyor mu! Cebinden bir kâğıtla dolmakalem çıkardığına göre biliyor. Yok, yok duraksadığına göre bilmiyor. Çocukken ne zaman resim çizmeye kalksa önüne matematik problemleri koyduklarını hatırlıyor birden.

- Ziyanı yok. Sen bana bir koyun çiz.

Çocuğa "Hayır," demekten zor bir şey yok. Sonunda bir koyun çiziyor pilot Küçük Prens'e. Fakat mutlu değil çocuk. Çünkü hasta bir koyun bu. İstek üzerine yeni bir koyun resmi çiziyor. Fakat bu resmi de beğenmiyor çocuk. Bu bir koyun değil, boynuzlarına bakılırsa bir koç! Bir daha deneyip dönmeli artık uçağa. İşte bu resim yüzünü güldürecek çocuğun. Fakat neden suratını asıyor?

-Bu fazla yaşlı. Ömrü uzun olacak bir koyun istiyorum!

Çok oluyor çocuk. Sabrı tükeniyor pilotun. Uçağın motorunu bir an önce sökmeli. Çocuğu başından savmak için son bir hamleyle bir şeyler çiziktiriyor kâğıda. Üzerinde delikler olan bir sandık resmi bu. Koyunu göremeyince kızıp gider belki Küçük Prens. Pilot, "İstediğin koyun bunun içinde!" diye noktayı koymak istiyor. Fakat o da ne yüzü aydınlanıyor çocuğun. Sevinçle haykırıyor:

- Ben de tam böyle bir şey istiyordum!

Görünmeyen bir koyunla mutlu oluyor çocuk. Dahası başını resme doğru eğip sandığın deliklerinden içeriye bakıyor. O da ne mışıl mışıl uyuyor koyun.

- Şuna da bak uyumuş!

***

Hayalimizde olgunlaşan meyvelere yetişmeye çalışırken hakiki yemişler; ne sunulsa biraz eksik, biraz soluk, biraz ekşi. Her manzarada hesaba katılmayan bir gölge, her aydınlıkta siyah noktalar... Kimse bir başkasının hayalindeki resmi çizemez. Modellerini saklar kalp çekerek perdeyi. Ressamı fırçasıyla, heykeltıraşı keskisiyle, yazarı kalemiyle yalnız bırakır. Faş ettikçe sureti yere çaktı pilotu Exupéry. Ta ki gizleyene kadar resmi sandıkta. Söylemedi ama biz duyduk: Bir resim ancak zihinde soluk alır. "Natürmort" öldü. Ölü doğa resimleriyle süslenen duvarlarda çivi yaraları... Sen okura bir pencere ver, o ne göreceğini bilir. Sen okura bir çivi ver, o yapsın tablosunu.

Hayalinde olgunlaşan meyveleri kim toplayabilmiş. Kim buz gibi testiyi dikerken başına soğutabilmiş içini. Her eser derin bir pişmanlıksa bir sonraki eser için gücünü pişmanlıktan mı alıyor sanatkâr? Dünya çamuruyla yoğurduğum hayal, bu sefer de istediğim surete kavuşmadı, diyerek köpüren ruhunu yeni bir eserin hayaliyle mi yatıştırıyor? Hayal, gerçek ve sanatkâr feleğin çemberine kendi dallarını değdirmek isterken çember hepsinden kurtulup insanlığın en eski oyunu saklambacın karanlığına mı yuvarlanıyor? Sanatçı bu eski oyunda yeni bir kovuk ararken kendine bulunmak istiyor mu? Yoksa oyun bittikten sonra da yaşayacağı, fosforlu acılar yayan bir sığınağın mı peşinde?

Bana bir mağara çiz! Av resimleri yapacağım duvarlarına açlıktan ölürken. Bana bir deniz çiz! Gökyüzünü sırtlandım oksijen tüpü yerine. Bana bir at çiz! Islık çaldığımda kişnesin. Bana bir ağaç çiz! Kırsın salıncağımı. Bana bir olta çiz! Balıklar uğramasın yanıma. Bana bir kayık çiz! Gemilerimi batırsın. Bana bir kitap çiz! Kurdelesinden tırmanayım aya. Bana bir baykuş çiz! Harabelerim için define. Bana boşluk çiz! Çil çil yıldızların peşine düşeyim. Bana bir köpek çiz, kocaman bir kemik atayım önüne.

Bu dünya bize yetmez.

A.Ali URAL

___________________________________________________________________________

Geç deği!



Depresyon hali ne zaman başlar? Bu konuda psikologlar ve psikiyatristler ayrı ayrı ve kendilerince profesyonel cevaplar verecektir. Bu konuda benim vereceğim cevaplardan biri ise oldukça basittir.

İnsanın ümidinin bittiği noktada depresyon başlar. Hayatımızda bir şeylerin iyileşeceğine olan inancımız kalmadığında enerjimiz biter. Her şey için bir isteksizlik başlar. Kalkmak da zor gelir, işe gitmek de ve hatta arkadaşlarla eğlence için buluşmak da. Ümitle birlikte kaybolan tek şey ümidin kendisi değildir; aynı zamanda anlam da kaybolur. Anlam kaybolduğunda insan yaşama amacını da kaybeder ve zaman beyhude bir şekilde geçer.


Heyecanın iki ucu vardır. Bir uçta yapmak istedikleri için derin bir sabırsızlık duyan, ertesi günü, ertesi yılı iple çeken ve projelerini adım adım hayata geçirmek için yerinde duramayanlar vardır. Heyecanın diğer ucunda ise bu gereksiz ve anlamsız zamanın bir an önce bitmesini bekleyen, umudu kalmamış ve yaşamda anlam bulamayanlar vardır. Bir de iki ucun ortasında bazen heyecanlanan, bazen de heyecanını kaybeden insanlar vardır. Bu kategoriye girenler mutedil dalgalı deniz gibi değişkendir. Bunda da kötü bir şey yoktur; normalliğe işaret etmektedir. İki uç arasında giderken dengede kalmaktadır. Ne var ki, denge noktası, bazen sıfıra eşittir.

Heyecanın bir numaralı ucunda, yapmak için derin bir sabırsızlık duyanlardır. Bu gruptakiler şaşkın bir telaş içinde değil, olgun bir sabrı yaşayanlardır. Onlar için yapmak istedikleri şey çok büyük ve ağırdır. Bu şeyi bir halat ile kendilerine doğru çekmektedir. Halat ellerini çok acıtsa da halatı hiç bırakmadan büyük bir inanç ve sabırla kendilerine doğru çekmekte ve hedeflerine yaklaşmaktadır. Heyecanın diğer ucunda her şey için geç olduğunu düşünen bir grup insan vardır. Bunlar yaşlarından bağımsız her şey için geç olduğunu düşünürler. 25 yaşında olup master için geç diyenler de olabilir; 40 yaşında olup iş kurmak için geç diyenler de, 45 yaşında olup evlenmek için geç diyenler de olabilir. "İşte her şey için geç" diyenlerin hepsinin ortak özelliği, yapmak istedikleri şey için umutlarının kalmamış olmasıdır. Henüz depresyona girmedilerse de kısa süre sonra depresyona girme potansiyeli de taşırlar.

Kendilerine yeni bir yaşam kurmaya başlayan, dünya çapında başarı elde etmiş birkaç insandan söz etmek istiyorum. Bizim coğrafyamızdan en ilginç başarı öykülerinden biri Mimar Sinan'ın başarı öyküsüdür. Profesyonel mimarlık kariyerine 50 yaşından sonra başlayan Mimar Sinan'ın öncesinde at üstünde kılıç sallayan bir asker ve devşirme bir yeniçeri olduğunu çoğu kimse bilmez. Mimarlık kariyerinin 'çıraklık eserim' dediği eserini 50'sinden sonra vermiş olması, onun alçakgönüllülüğünü değil, mimarlığa yeni başladığını gösterir. Ümidini kaybetmeyen genç ihtiyarlar kulübünün üyelerinin isimlerini biliriz; ama yaşlarını bilmeyiz. Kolomb, Amerika'yı keşfe çıktığında 50'sini geçmişti. Pasteur, kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Verdi, en büyük eseri Fallstaf'ı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Afrika'da hastaneler kuran ve ömrünün son günlerine kadar ameliyat yapan, katkıları dolayısıyla Nobel Barış Ödülü alan Albert Schweitzer, 90'larına yaklaşırken hâlâ çalışıyordu. Peter Drucker, 'başyapıtım' dediği "21. Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları-Management Challenges for 21st Century" isimli kitabını yazdığında 90 yaşını geçmişti. Yukarıdaki paragraftaki kişilerin elli yaşından sonraki yıllarda yaptıklarını dikkate alacak olursanız, hiçbir şey için geç değildir.

Melih Arat


Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!



Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!



Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!




Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!



Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!

4 Aralık 2011 Pazar

bir demet nergis al kendine!



Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma.


Biliyorum senin için yanıyor. Onlarla aynı dili konuşmadığını zannettiğin bir kalabalığın ortasında, âcizliğinden muztarib, gittikçe içine kapanıyorsun. Her şeyden uzaklaşıyorsun.

Tamam. Yorgunsun. Allah şahit, bilenler şahit, çok yorgunsun. Yaşanmakta olan bütün acılar gibi yaşanmış ve yaşanacak olan bütün acıların da kalbinin üzerine çöreklendiğini zannetmekten yorgunsun. Böyle bir yükü bu kalp taşımaz, biliyorsun. Ben de biliyorum. Ama, kaldır bu acıları benim kalbimin üzerinden Rabbim, diye bir dua da etmiyorsun. "Saf ahenge biçilen bunca bedelin çok fazla olduğunu" düşünmene ramak kalmış. "Giriş biletini üstün saygıyla iade etmek" noktasında tereddütlü, İvan gibi, bütün sorumluluğu kendi üzerine alıyorsun.

Burası dünya. Cennet değil, unutma. Çekilme kabuğuna. Adım at. Denize at. Hâlik'ın var senin. Haddini aşma. Zıddına inkılâb etmekten kork. Baba Karamazov'luğu bütün insanlara mâl etme. Unutma, Alyoşa da insan, İvan'ın düştüğü yerden kalkan Mitya da.

Bahçendeki ağaçların sarsıldığını fark et önce. Deniz, kıyıları dövmeye başlamış çoktan. Yağmurun damlaları camlarda kristal. Yer ile göklerin yaklaştığı kadar gece ile gündüz de birbirine yaklaşmış. Şeb-i Yeldâ. Kaldırımlarda sarı ışık topları, başında rüzgârların en fazla hatırlatanı. Renginden, kokusundan, sisinden, buğusundan kar sesini hatırla. Bir kerecik ne olur kendi korunağından, sıcağından utanma. Üzerine atılan çizgili battaniyenin, ocağında yanan ateşin hesabını yapma. Acının kavramı kadar yakıcılığını da bütünüyle sırtlanma. Çetele çıkarma. Herkesin yerine yanmaya kalkışma. Hani, "Siyahlık şöyle dursun, haddinden fazla beyazlık bile hoşa gitmez", diyor ya Şirazlı Sadi. Uy öğüde, küstahlaşma. Acı biraz. Esirge kendini. Bağışla. Telef olup gideceksin yoksa.

Bir demet nergis al kendine. Dolmuşa bin. Önceden hazır ettiğin 125 kuruşu tutuştur şoförün eline. Bak, bu keskin soğukta bile ter damlacıkları. Sonra bir grup genç doluşsun içeri. Kızlı erkekli, hengâmeli şamatalı. Nasıl böyle tasasız olabildiklerine şaşma. Yol boyunca biri diğerlerine ellerini kollarını sağa sola çarpa çarpa, incir çekirdeğini doldurmayan bir sürü şey anlatsın. Zayıf sözcüklere yüklenmiş gürültülü cümleler kullansın. Kızma. Katıl sohbetlerine. Bir cümle de sen sal orta yere. Üniversite öğrencisi değillermiş. Eziklermiş bu yüzden söylemeseler de. Dershaneye de gitmiyorlarmış. O defteri ebediyen kapatmışlarmış. Sonra içlerinden biri senin kucağındaki demetten bir sap nergis istesin, tek dal, diye üstelesin. Kız arkadaşına verecekmiş. Ver. Versin. Bir şeyin eksik kaldığını fark etmedin mi? İkinci nergis dalını da sen çıkar usulca. Bu da kendi arkadaşına versin. Kızlardan biri geri dönsün neşeyle. Nereden geliyor bu nergisler, desin. Benden, de. Ben nergis devrimdeyim. Gül devrimi, lâle devrimi çoktan geçtim.

Aynı durakta inin. Elindeki çantaları taşımaya kalkışsınlar. Reddet. Onlara, yürümeye çalışan bir anneyi işaret et. Gencecik, güzelcecik. Kucağında çocuğu. Kollarında torbalar, çantalar. Biraz hava almak için dışarı çıkmış. Bir işe yaramamış. Belli ki yükü ağırlaştıkça ağırlaşmış. Annenin tükenmesi. Tam da o menzilde. Onu işaret et. Onun yüklerini taşıyın, de. Taşısınlar. Müteşekkir kal.

Sonra hatırla. Yıllar önce hani, yine böyle bir kuyuya düşmüştün de sen. İnsanlara güvenini kaybetmiş, birinde hepsini mahkûm etmiş. Bir bebek arabasını ite ite bir köprüden geçiyordun. Birden arabanın ön sağ tekerleği yerinden çıkıp tıngır mıngır yuvarlanmıştı da köprünün korkuluklarına dizilmiş şamatalı gençlerden biri yerinden fırlamıştı. Tekerleği kapmış, bebek arabasının önünde diz çökerek yerine takmıştı. O zaman insanların birinde tümünü affetmiş değil miydin?

Bir göz gezdir bakalım. Bir avuç fındık verenin, tahta sandığın üzerinde bir cenin uykusuna aktığında senin de başının altına bir yastık koyanın. Vardır mutlaka. O rüyayı görmeyi unutma.

Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma..

Nazan Bekiroğlu