13 Aralık 2011 Salı

Yeni Albümü 'Neveser' ve Hayatından kesitlerle...



1-Aslıhan Erkişi Canandan Uzak
2-Aslıhan Erkişi Yıllardır Bekliyorum
3-Aslıhan Erkişi Gül Dalında Öten Bülbülün Olsam
4-Aslıhan Erkişi Neden Bilmem Bu İptila
5-Aslıhan Erkişi Ruhumda Neş’e Hayale Daldım
6-Aslıhan Erkişi Kuş Olup Uçsam
7-Aslıhan Erkişi Gül Olsam Ya Sümbül Olsam
8-Aslıhan Erkişi Hüsranla Gönül Hep İnler
9-Aslıhan Erkişi Bir Emele Bin Ah Çeksem
10-Aslıhan Erkişi Sevdikçe Seni







A S L I H A N E R K İ Ş İ

Minik Dualar ve Ninni albümlerinden tanıdığımız Aslıhan Erkişi, ilk solo albümü ile karşımızda. Albümünde en önemli kadın bestekârlarımız arasında gösterilen Neveser Kökdeş'in şarkılarını seslendiren Erkişi, onun hayat hikâyesinin kendisini çok etkilediğini söylüyor. Müzik kariyerini eşi Ertuğrul Erkişi'ye borçlu olduğunu anlatan sanatçı, "O beni desteklemeseydi şu an karşınızda olamazdım." diyor.

***

Müzik hayatınız nasıl başladı?


Lise yıllarında başladı. İlk olarak Gemlik'teki koroya katıldım. Halamın teşviki ile Bursa Büyükşehir Belediyesi Korosu'nda klasik kemençe ve ses eğitimi aldım. Burada bir çocuk korosu yönettim. Ama profesyonel anlamda müzikle ilgilenmem Ertuğrul Bey ile tanışmam sayesinde oldu. Ertuğrul Bey, nişanlıyken benim üniversite sınavlarına girmemi ve konservatuvar eğitimi almamı istedi. Onun ısrarı üzerine üniversite sınavlarına girdim. İTÜ Devlet Konservatuvarı Ses Eğitimi bölümünü kazandım. Bir yandan eğitimimi devam ettirirken bir yandan da eşimle farklı projeler yaptık.

Kendi albümünüz için neden bu kadar beklediniz?

Daha önce bebekler için bir albüm yapmıştım ama o ciddi bir albüm değildi. Bugüne kadar kendimi hazır hissetmedim. Ayrıca hem eğitimime devam edip farklı projelerde çalışırken bir yandan da çocuklarımla ilgilendim. Açıkçası fırsat da olmadı. Çünkü böyle bir albüm yapmak için çok ciddi bir mesai harcamak gerekiyordu. Akustik müzikten Metin Gım bana Neveser Kökdeş şarkılarından bir albüm yapmamı teklif edince, ilk önce kendime güvenemedim. Onun şarkılarını söylemeyi çok seviyordum ama yine de kararsızdım. Eşim de bu konuda beni destekleyince artık bu albümü yapmalıyım dedim.

Peki farklı şarkılar söylemek yerine neden sadece Neveser Kökdeş'in şarkılarını seslendirdiniz?

Ben solo albümümün hep bir proje albümü olmasını istedim. Özellikle de kadın bir bestekâr olmasını arzuluyordum. Neveser Kökdeş'in yaptığı müzikler ve hayat hikâyesi beni çok etkiledi. Osmanlı'nın son dönemi ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşamış bir kadına göre onun şarkıları çok günceldi. Dinlediğiniz zaman onun eserlerinde kendinizden de bir şeyler buluyorsunuz. Kendimi ona çok yakın hissettim ve onun şarkılarında kendimi buldum. Bu albüm özellikle üniversitelerde sergilenmesi gereken bir proje. Neveser Hanım ideal bir kadın portresi. Osmanlı'nın son dönemi Cumhuriyet'in ilk yıllarında eserler vermiş biri. O zamanları anlamak için iyi bir karakter. Müziği ve hayatı sergilenirse gençler bir sanatçıyı ve bir dönemi tanımış olur.

Neveser Kökdeş'in en çok hangi yönleri sizi etkiledi?

Neveser Kökdeş, zamanına göre çok iyi bir eğitim almış. Varlıklı bir ailenin kızıymış ve 16 yaşında topçu subayı Mehmet Ali Üsküdarlı ile evlenmiş. Ancak, bu evlilik çok kısa sürmüş, henüz ikinci yılında eşi Çanakkale Savaşı'nda şehit düşmüş. Bir yaşındaki oğlu Adnan ile yaşamış ve hiç evlenmemiş. Eşinin şehit olması ile ekonomik sıkıntılara girmiş, bu sıkıntı yüzünden içine kapanmış ve sinir hastası olmuş. 35 yaşlarında geçirdiği yüz felci nedeniyle yüzünün sağ tarafını kullanamaz olması da onu büsbütün üzmüş. Bunca acılar yaşamasına rağmen hiçbir şeyden taviz vermemiş ve önemli eserler vermiş. Onun hayatını bilip de şarkılarını seslendirmek çok anlamlı.

Yıllardır sanat müziği artık bitti deniliyor. Sizin yorumunuz nedir?

Piyasa tarzı denilen ve çok söylenen eserleri çok fazla tercih etmiyoruz. Aslında bu eserleri doğru bir altyapı ve yorumla sunduğunuzda insanlar beğeniyorlar. Bir lise öğrencisi albümün ilk çıktığı gün İstiklal Caddesi'nde şarkılarımdan birini duymuş. Twitter'dan beni buldu. "Normalde sanat müziğini sevmem ama sizin şarkılarınızı çok sevdim ve albümünüzü aldım." diye yazmış. Bu beni çok mutlu etti. Bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmiyordum. Sanat müziği artık bitti söylemlerine o kadar alışmıştık ki neredeyse buna biz bile inanmıştık. İyi müziğin her zaman alıcısı vardır. Şarkıları bu zamana göre yorumladığınızda gençler ilgi gösteriyor.

Beklentim ve şöhret kaygım yok

Sanat müziğine olan ilgide pop müziğin tükenmişliğinin etkisi var mı?

Bazı popçular da sanat müziği söylemeye başladı. Artık kendi müziklerinin tükendiğini mi hissettiler bilmiyorum. Ama bu durum bu müziğin kalitesini gösterir. Sonuçta bir medeniyetin aksi. Bir de bu müzik geçmişte düzgün taşınmadı. Son zamanlarda başarılı çalışmalar yapılmaya başlandı. Sanat müziği bizimdir ve hep bizimle olacaktır.

Eşiniz Ertuğrul Erkişi beğenilen bir sanatçı. Onunla evli olmak size neler kattı?

Ertuğrul Bey profesyonel olarak müzik temellerimi atmama vesile olan kişidir. Üniversiteye gitmemi ve konservatuvar eğitimi almamı desteklemeseydi şu an karşınızda olmazdım. Konservatuvarda görev yapıyor olmayacaktım. İkimizin de müzisyen ve ses sanatçısı olması ikimiz için de büyük şans. Ertuğrul Bey çok uyumludur. Ama çok ince eleyip sık dokur. Bu yüzden geç saatlere kadar çalışırız. Müzik, evde her zaman var. Öyle bir noktaya geldik ki bundan böyle ayakaltı şeyler yapamayız.

Gelecek adına hedefleriniz neler?

Açıkçası benim bir hedefim yok. Türk müziğini ve şarkı söylemeyi çok seviyorum. Bu albümü de kendim için ve kendimi bulduğum için yaptım. Hiçbir beklentim ve şöhret kaygım yok. Özel hayatımla gündemde olmayı hiçbir zaman istemem, ailem benim özelimdir. İnsanların eserlerimi konuşmaları beni daha çok mutlu eder. Türküleri çok seviyorum. İleride sanat müziği formunda bir türkü albümü yapmak isterim.

Ertuğrul Erkişi, Aslıhan Erkişi'yi anlattı

Aslıhan Hanım karakter ve yapı olarak çok özel bir insan. Çok büyük bir birikimi ve potansiyeli var. Yaptığım bestelerin ilk dinleyicisi ve ilk eleştirmeni. Evdeki istişare makamım ve destekçim

12 Aralık 2011 Pazartesi

Bana bir koyun çiz


- Lütfen... Bana bir koyun çiz!
- Ne dedin?
- Bana bir koyun çiz...


Küçük Prens, çölde uçağı arızalanmış bir pilotla konuşuyor. Sekiz günlük suyu kalan pilot uçağını tamir edemezse ölecek. Serap değil, bir çocuk kendisinden resim çizmesini istiyor. Yerleşim merkezlerinden bin mil uzakta, her saniye tabutuna bir çivi çakarken, bu in mi cin mi olduğu belli olmayan çocuğa uçağın tamirini bırakıp koyun resmi çizecek! İyi de bu çocuğun ne işi var sahranın ortasında.

- Peki ama... Ne yapıyorsun sen burada?

En meşgul zamanında bile insan bir çocuğa beş dakikasını ayırabilir. Fakat ortada bir çocuk var mı gerçekten. Çölün yeni bir oyunu olmasın!

- Lütfen... Bana bir koyun çiz!

Exupéry, kahramanının sabrını sınıyor. Pilot pekâlâ kovabilir çocuğu yanından. "Çocuğum senin işin gücün yok mu!" diyebilir. Hem bakalım resim çizmesini biliyor mu! Cebinden bir kâğıtla dolmakalem çıkardığına göre biliyor. Yok, yok duraksadığına göre bilmiyor. Çocukken ne zaman resim çizmeye kalksa önüne matematik problemleri koyduklarını hatırlıyor birden.

- Ziyanı yok. Sen bana bir koyun çiz.

Çocuğa "Hayır," demekten zor bir şey yok. Sonunda bir koyun çiziyor pilot Küçük Prens'e. Fakat mutlu değil çocuk. Çünkü hasta bir koyun bu. İstek üzerine yeni bir koyun resmi çiziyor. Fakat bu resmi de beğenmiyor çocuk. Bu bir koyun değil, boynuzlarına bakılırsa bir koç! Bir daha deneyip dönmeli artık uçağa. İşte bu resim yüzünü güldürecek çocuğun. Fakat neden suratını asıyor?

-Bu fazla yaşlı. Ömrü uzun olacak bir koyun istiyorum!

Çok oluyor çocuk. Sabrı tükeniyor pilotun. Uçağın motorunu bir an önce sökmeli. Çocuğu başından savmak için son bir hamleyle bir şeyler çiziktiriyor kâğıda. Üzerinde delikler olan bir sandık resmi bu. Koyunu göremeyince kızıp gider belki Küçük Prens. Pilot, "İstediğin koyun bunun içinde!" diye noktayı koymak istiyor. Fakat o da ne yüzü aydınlanıyor çocuğun. Sevinçle haykırıyor:

- Ben de tam böyle bir şey istiyordum!

Görünmeyen bir koyunla mutlu oluyor çocuk. Dahası başını resme doğru eğip sandığın deliklerinden içeriye bakıyor. O da ne mışıl mışıl uyuyor koyun.

- Şuna da bak uyumuş!

***

Hayalimizde olgunlaşan meyvelere yetişmeye çalışırken hakiki yemişler; ne sunulsa biraz eksik, biraz soluk, biraz ekşi. Her manzarada hesaba katılmayan bir gölge, her aydınlıkta siyah noktalar... Kimse bir başkasının hayalindeki resmi çizemez. Modellerini saklar kalp çekerek perdeyi. Ressamı fırçasıyla, heykeltıraşı keskisiyle, yazarı kalemiyle yalnız bırakır. Faş ettikçe sureti yere çaktı pilotu Exupéry. Ta ki gizleyene kadar resmi sandıkta. Söylemedi ama biz duyduk: Bir resim ancak zihinde soluk alır. "Natürmort" öldü. Ölü doğa resimleriyle süslenen duvarlarda çivi yaraları... Sen okura bir pencere ver, o ne göreceğini bilir. Sen okura bir çivi ver, o yapsın tablosunu.

Hayalinde olgunlaşan meyveleri kim toplayabilmiş. Kim buz gibi testiyi dikerken başına soğutabilmiş içini. Her eser derin bir pişmanlıksa bir sonraki eser için gücünü pişmanlıktan mı alıyor sanatkâr? Dünya çamuruyla yoğurduğum hayal, bu sefer de istediğim surete kavuşmadı, diyerek köpüren ruhunu yeni bir eserin hayaliyle mi yatıştırıyor? Hayal, gerçek ve sanatkâr feleğin çemberine kendi dallarını değdirmek isterken çember hepsinden kurtulup insanlığın en eski oyunu saklambacın karanlığına mı yuvarlanıyor? Sanatçı bu eski oyunda yeni bir kovuk ararken kendine bulunmak istiyor mu? Yoksa oyun bittikten sonra da yaşayacağı, fosforlu acılar yayan bir sığınağın mı peşinde?

Bana bir mağara çiz! Av resimleri yapacağım duvarlarına açlıktan ölürken. Bana bir deniz çiz! Gökyüzünü sırtlandım oksijen tüpü yerine. Bana bir at çiz! Islık çaldığımda kişnesin. Bana bir ağaç çiz! Kırsın salıncağımı. Bana bir olta çiz! Balıklar uğramasın yanıma. Bana bir kayık çiz! Gemilerimi batırsın. Bana bir kitap çiz! Kurdelesinden tırmanayım aya. Bana bir baykuş çiz! Harabelerim için define. Bana boşluk çiz! Çil çil yıldızların peşine düşeyim. Bana bir köpek çiz, kocaman bir kemik atayım önüne.

Bu dünya bize yetmez.

A.Ali URAL

___________________________________________________________________________

Geç deği!



Depresyon hali ne zaman başlar? Bu konuda psikologlar ve psikiyatristler ayrı ayrı ve kendilerince profesyonel cevaplar verecektir. Bu konuda benim vereceğim cevaplardan biri ise oldukça basittir.

İnsanın ümidinin bittiği noktada depresyon başlar. Hayatımızda bir şeylerin iyileşeceğine olan inancımız kalmadığında enerjimiz biter. Her şey için bir isteksizlik başlar. Kalkmak da zor gelir, işe gitmek de ve hatta arkadaşlarla eğlence için buluşmak da. Ümitle birlikte kaybolan tek şey ümidin kendisi değildir; aynı zamanda anlam da kaybolur. Anlam kaybolduğunda insan yaşama amacını da kaybeder ve zaman beyhude bir şekilde geçer.


Heyecanın iki ucu vardır. Bir uçta yapmak istedikleri için derin bir sabırsızlık duyan, ertesi günü, ertesi yılı iple çeken ve projelerini adım adım hayata geçirmek için yerinde duramayanlar vardır. Heyecanın diğer ucunda ise bu gereksiz ve anlamsız zamanın bir an önce bitmesini bekleyen, umudu kalmamış ve yaşamda anlam bulamayanlar vardır. Bir de iki ucun ortasında bazen heyecanlanan, bazen de heyecanını kaybeden insanlar vardır. Bu kategoriye girenler mutedil dalgalı deniz gibi değişkendir. Bunda da kötü bir şey yoktur; normalliğe işaret etmektedir. İki uç arasında giderken dengede kalmaktadır. Ne var ki, denge noktası, bazen sıfıra eşittir.

Heyecanın bir numaralı ucunda, yapmak için derin bir sabırsızlık duyanlardır. Bu gruptakiler şaşkın bir telaş içinde değil, olgun bir sabrı yaşayanlardır. Onlar için yapmak istedikleri şey çok büyük ve ağırdır. Bu şeyi bir halat ile kendilerine doğru çekmektedir. Halat ellerini çok acıtsa da halatı hiç bırakmadan büyük bir inanç ve sabırla kendilerine doğru çekmekte ve hedeflerine yaklaşmaktadır. Heyecanın diğer ucunda her şey için geç olduğunu düşünen bir grup insan vardır. Bunlar yaşlarından bağımsız her şey için geç olduğunu düşünürler. 25 yaşında olup master için geç diyenler de olabilir; 40 yaşında olup iş kurmak için geç diyenler de, 45 yaşında olup evlenmek için geç diyenler de olabilir. "İşte her şey için geç" diyenlerin hepsinin ortak özelliği, yapmak istedikleri şey için umutlarının kalmamış olmasıdır. Henüz depresyona girmedilerse de kısa süre sonra depresyona girme potansiyeli de taşırlar.

Kendilerine yeni bir yaşam kurmaya başlayan, dünya çapında başarı elde etmiş birkaç insandan söz etmek istiyorum. Bizim coğrafyamızdan en ilginç başarı öykülerinden biri Mimar Sinan'ın başarı öyküsüdür. Profesyonel mimarlık kariyerine 50 yaşından sonra başlayan Mimar Sinan'ın öncesinde at üstünde kılıç sallayan bir asker ve devşirme bir yeniçeri olduğunu çoğu kimse bilmez. Mimarlık kariyerinin 'çıraklık eserim' dediği eserini 50'sinden sonra vermiş olması, onun alçakgönüllülüğünü değil, mimarlığa yeni başladığını gösterir. Ümidini kaybetmeyen genç ihtiyarlar kulübünün üyelerinin isimlerini biliriz; ama yaşlarını bilmeyiz. Kolomb, Amerika'yı keşfe çıktığında 50'sini geçmişti. Pasteur, kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Verdi, en büyük eseri Fallstaf'ı yazdığında 80 yaşını geçmişti. Afrika'da hastaneler kuran ve ömrünün son günlerine kadar ameliyat yapan, katkıları dolayısıyla Nobel Barış Ödülü alan Albert Schweitzer, 90'larına yaklaşırken hâlâ çalışıyordu. Peter Drucker, 'başyapıtım' dediği "21. Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları-Management Challenges for 21st Century" isimli kitabını yazdığında 90 yaşını geçmişti. Yukarıdaki paragraftaki kişilerin elli yaşından sonraki yıllarda yaptıklarını dikkate alacak olursanız, hiçbir şey için geç değildir.

Melih Arat


Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!



Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!



Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!




Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!



Typing Test Score

Yazma Testi sitesine gel ve dene!

4 Aralık 2011 Pazar

bir demet nergis al kendine!



Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma.


Biliyorum senin için yanıyor. Onlarla aynı dili konuşmadığını zannettiğin bir kalabalığın ortasında, âcizliğinden muztarib, gittikçe içine kapanıyorsun. Her şeyden uzaklaşıyorsun.

Tamam. Yorgunsun. Allah şahit, bilenler şahit, çok yorgunsun. Yaşanmakta olan bütün acılar gibi yaşanmış ve yaşanacak olan bütün acıların da kalbinin üzerine çöreklendiğini zannetmekten yorgunsun. Böyle bir yükü bu kalp taşımaz, biliyorsun. Ben de biliyorum. Ama, kaldır bu acıları benim kalbimin üzerinden Rabbim, diye bir dua da etmiyorsun. "Saf ahenge biçilen bunca bedelin çok fazla olduğunu" düşünmene ramak kalmış. "Giriş biletini üstün saygıyla iade etmek" noktasında tereddütlü, İvan gibi, bütün sorumluluğu kendi üzerine alıyorsun.

Burası dünya. Cennet değil, unutma. Çekilme kabuğuna. Adım at. Denize at. Hâlik'ın var senin. Haddini aşma. Zıddına inkılâb etmekten kork. Baba Karamazov'luğu bütün insanlara mâl etme. Unutma, Alyoşa da insan, İvan'ın düştüğü yerden kalkan Mitya da.

Bahçendeki ağaçların sarsıldığını fark et önce. Deniz, kıyıları dövmeye başlamış çoktan. Yağmurun damlaları camlarda kristal. Yer ile göklerin yaklaştığı kadar gece ile gündüz de birbirine yaklaşmış. Şeb-i Yeldâ. Kaldırımlarda sarı ışık topları, başında rüzgârların en fazla hatırlatanı. Renginden, kokusundan, sisinden, buğusundan kar sesini hatırla. Bir kerecik ne olur kendi korunağından, sıcağından utanma. Üzerine atılan çizgili battaniyenin, ocağında yanan ateşin hesabını yapma. Acının kavramı kadar yakıcılığını da bütünüyle sırtlanma. Çetele çıkarma. Herkesin yerine yanmaya kalkışma. Hani, "Siyahlık şöyle dursun, haddinden fazla beyazlık bile hoşa gitmez", diyor ya Şirazlı Sadi. Uy öğüde, küstahlaşma. Acı biraz. Esirge kendini. Bağışla. Telef olup gideceksin yoksa.

Bir demet nergis al kendine. Dolmuşa bin. Önceden hazır ettiğin 125 kuruşu tutuştur şoförün eline. Bak, bu keskin soğukta bile ter damlacıkları. Sonra bir grup genç doluşsun içeri. Kızlı erkekli, hengâmeli şamatalı. Nasıl böyle tasasız olabildiklerine şaşma. Yol boyunca biri diğerlerine ellerini kollarını sağa sola çarpa çarpa, incir çekirdeğini doldurmayan bir sürü şey anlatsın. Zayıf sözcüklere yüklenmiş gürültülü cümleler kullansın. Kızma. Katıl sohbetlerine. Bir cümle de sen sal orta yere. Üniversite öğrencisi değillermiş. Eziklermiş bu yüzden söylemeseler de. Dershaneye de gitmiyorlarmış. O defteri ebediyen kapatmışlarmış. Sonra içlerinden biri senin kucağındaki demetten bir sap nergis istesin, tek dal, diye üstelesin. Kız arkadaşına verecekmiş. Ver. Versin. Bir şeyin eksik kaldığını fark etmedin mi? İkinci nergis dalını da sen çıkar usulca. Bu da kendi arkadaşına versin. Kızlardan biri geri dönsün neşeyle. Nereden geliyor bu nergisler, desin. Benden, de. Ben nergis devrimdeyim. Gül devrimi, lâle devrimi çoktan geçtim.

Aynı durakta inin. Elindeki çantaları taşımaya kalkışsınlar. Reddet. Onlara, yürümeye çalışan bir anneyi işaret et. Gencecik, güzelcecik. Kucağında çocuğu. Kollarında torbalar, çantalar. Biraz hava almak için dışarı çıkmış. Bir işe yaramamış. Belli ki yükü ağırlaştıkça ağırlaşmış. Annenin tükenmesi. Tam da o menzilde. Onu işaret et. Onun yüklerini taşıyın, de. Taşısınlar. Müteşekkir kal.

Sonra hatırla. Yıllar önce hani, yine böyle bir kuyuya düşmüştün de sen. İnsanlara güvenini kaybetmiş, birinde hepsini mahkûm etmiş. Bir bebek arabasını ite ite bir köprüden geçiyordun. Birden arabanın ön sağ tekerleği yerinden çıkıp tıngır mıngır yuvarlanmıştı da köprünün korkuluklarına dizilmiş şamatalı gençlerden biri yerinden fırlamıştı. Tekerleği kapmış, bebek arabasının önünde diz çökerek yerine takmıştı. O zaman insanların birinde tümünü affetmiş değil miydin?

Bir göz gezdir bakalım. Bir avuç fındık verenin, tahta sandığın üzerinde bir cenin uykusuna aktığında senin de başının altına bir yastık koyanın. Vardır mutlaka. O rüyayı görmeyi unutma.

Bir demet nergis al kendine. Ne olur böyle yapma. Kendine kıyma..

Nazan Bekiroğlu

26 Kasım 2011 Cumartesi

tesadüf


eskiyen yüzümün yeni gülümseyişi




Eskiyen Yüzümün Yeni Gülümseyişi…
Tayfun Talipoğlu

HOŞ GELDİN!
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
HOŞ GELDİN!

Çizebilseydim,
Bahar olacaktı yüzün…
Yazabilsem,
En uzunu şiirlerin…
Olmadı, beceremedim…
Adını duvarlara yazacak çağım da
Çoktan geçti benim.
Yasak sevdamın
Gözaltı tarafı…
Çaresiz,
Seni yüreğimde erittim.
Ama yine de
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Seni olmadığın zamanlarda da sevmiştik,
Olmadığın baharlarda da…
Ama hiç bu kadar telaşlanmamıştık.
Beklememişiz üstelik birbirimizi…
Birlikte ıslandığımız yağmurlarımız yok…
Ne kavgalarımızın adı bir olmuş,
Ne “dost” diye baktığımız yüzler…
Ayrı ayrı akmış göz yaşlarımız.
Ben, asırlardır okşamamışım yanağını,
Senin yüzün ağlamaktan yorulmuş…
Ama yine de
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Bir, yüzün vardı görmediğim,
Bir, sesin…
Hiç duymadığım…
Kokunu çiçeklerle tanımlayamazdım.
Dokunmadım, bilemezdim
Ellerinin beyazlığını.
Hangi şarkının neresinde,
Hangi şiirin en sevdalı sözünde
Çıkacaktın, bilemezdim.
Dilimin ucundaydın hep,
İşte; şimdi düşüverdin!
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

“Ağır ağır çıkılan bir merdiven” yok…
Eskittiğin yıllardan değil,
Sızlayınca yüreğin, anlıyorsun:
Yine gecikmişsin…
Sen, yeni yeni öğreniyorsun sevmeyi,
Bense çoktan düşürmüşüm aklıma ölümü.
Gönlün bedene baş kaldırdığı yerdeyim…
Ama yine de
HOŞ GELDİN,
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Unuttum, bana ne vakit gelmiştin,
Saklayacaktım seni.
Yüzün gözümde kalacaktı.
Bilmeyecektin böylesine sevildiğini.
Uykusuz gecelerimde büyüyecek,
Sensiz sabahlara uyandığımı duymayacaktın…
Olmayacaktın sıradan…
Eskitmeyecektim sevdamı…
Yoksa yine mi beceremedim?
Ama yine de hoş geldin,
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Ben, bir bu dağları eskitemedim,
Bir de sana düşmüş yüreğimi…
Gittiğim yolları hiç hesaba katma!
Düşünü görmediğim uyklular zaten haram.
Gökyüzünü boyayacak zaman da kalmadı…
Haydi sar kolarını…
“Ayrılık” diyeceğim,
Dilim varmıyor…
Daha yeni söylemiştim;
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Saatin zembereği boşaldı.
Bodrumlu Balıkçı İsmail
Çoktan denize açıldı.
Antalya’da barlar kapanalı
Yaklaşık bir saat,
Kars’ta saçakları çatıların,
Hala buzları taşımakta.
Ve ben hala üşümekteyim
Sensizlikten.
Düşlerimi hiç terketmedin…
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Deniz tuzunu saklıyor.
Çizdiğim beyazlarda
Karlar çürüdü…
Suyumuz ekşi,
Gönlümüz kırık.
Sevip de kaçanların hiçbiri,
Yüzyıllardır yakalanamadı.
Firarinin umudu tükenmiyor,
Yaşamadan bitmiyor kör olası…
Ama yine de
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Bu hikayenin gecesini uzun yazdım…
Bir tek, elin kalacak elimde.
Sıcak tut, söndürmesin terim.
Kapat gözlerini,
Sabahı geciktirelim…

Yorgun olduğu kadar
Suskundu gönlüm.
Senden evveli anılara yükledim…
Sevdaya dair ne varsa duyduğum,
Yetersiz şimdi.
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ…

Ne Nazım benle içti,
Ne Cahit Sıtkı…
Onlara geciktiğim gibi
Geciktim sana da.
Yaşını yaşıma erdirip bir yol,
Yazılan onca şiiri,
Tutulan onca şarkıyı
Ne yaparız şimdi?
“İkinci perde” deyip yeinden başlayamam ki!
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ…

Bir tarafımızı Eylül’de budamışlardı,
Kalanı, sevdana kurban…
İçtiğim içkiye seni düşürdüm,
Bu akşam gözlerimi
Küllükte söndürdüm.
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Yaşlı yüzümü değdirmek için yüzüne,
İlişmek için gözüne,
Ben yaktım ışıkları…
Uzaktan sevmenin çok ağırmış faturası.
Düşünsene, nasıl uzun beklemişim…
Bağışla sevgilim, ben geciktim…
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Korkunun bittiği yere
Yazdım adını,
Dağların en kuytu yerine…
Sonsuzluk değildi beklediğimiz,
Bir parça “mutluluk” diye diretmiştik.
Çok mu geldi bilmem ki
SEvdiğimin gözüne…
Ama yine de
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Eskidi saatler.
Zamanı geldi,
Yeniden düşmeliyim yollara…
Geceler sırtımda,
Cebimde sevdalarım…
Yardan öte söyleyecek
Sözüm vardı benim…
Düşlere saklamalı şimdi yari,
Uyanmamacasına!
Yükselmeli ateşim,
Kanamalı, sıkmaktan
Avuç içlerim.
Terleyip atmalıyım içimden seni.
Kimseler bilmemişti,
Görmemişti gelişini,
Benden gidişindeki gibi…
Ama yine de
HOŞ GELDİN
ESKİYEN YÜZÜMÜN YENİ GÜLÜMSEYİŞİ,
Hoş geldin!

Tayfun TALİPOĞLU


GÜLÜŞÜMÜ BIRAKTIM




Yalnızlığını paylaştığın şarkılar gibi
Kaçıp kaçıp sığındığın bir liman gibi
Kış ortasında ısıtan güneş gibi

Ben sana en güzel gülüşümü bıraktım
Ben sana en güzel gülüşümü

Bütün olumsuzluklarından kaçar gibi
Düşüp düşüp yeniden kalkar gibi
Adını unutmadığın arkadaşlar gibi

Ben sana en güzel umudumu bıraktım
Ben sana en güzel umudumu

One for All, All for VAN!





12 Kasım 2011 Cumartesi

Hüsn-ü hicaz



Albümdeki Eserler

1 Hicaz Taksim
2 Sevda
3 I Love You
4 Saatin 25′i
5 Hüsnü Hicaz
6 Garip
7 Böyle Ayrılık Olmaz
8 Sevda
9 Dert Bende
10 Dance Of Fire

11 Kasım 2011 Cuma

Kayde değer'ler (11.11.11)



1. Gökyüzü - Arpej
2. Yeryüzü - Arpej
3. Minörlü - UD
4. Minörsüz - UD
5. Nazende Sevgilim - Bağlama
6. Ney-i Hikayet
7. Ritmika 1 - gitar
8. Ritmika 2 - gitar


ACOUSTICA 4.1'de düzenlenmiştir...

Sarı Laleler (11.11.11)



orjinal video

30 Ekim 2011 Pazar

S E Ç ! M p 3 - PART II

Barış Hayta - acılarım dinermi


Barış Hayta - Güle güle


Barış Hayta - Aşk





Sertap Erener - Bir Damla Gözlerinde



Çok geç oldu belkide düşündük taşındık
Bir çok şeyi birbirimizden sakındık
Bir şey eksik cümlede
Yüklemmi özlemmi sakladığın şey her neyse beni üzermi

Öyle çok şey varki içimde
hep sustuk konuşmak yerine
Konuşmadığımız her ne varsa
Seninle sakladım gözlerimde

Ne olur sende fazla üzülme
Hep kendi kendine yenilme
Konuşmadığımız her ne varsa seninle
Bir damla gözlerimde

Belki yanlış yoldayız
Kaybolduk kaybolduk gizleyince kendimizde yorulduk
Her hatada telafi gerekli değilmi
Bizi durduran gurur mu kibir mi

Öyle çok şey varki içimde
hep sustuk konuşmak yerine
Konuşmadığımız her ne varsa
Seninle sakladım gözlerimde

Ne olur sende fazla üzülme
Hep kendi kendine yenilme
Konuşmadığımız her ne varsa seninle
Bir damla gözlerimde

Candan Erçetin Aranjman (2011)


23 Ekim 2011 Pazar

Yılların düetisyeninden Yeni Albüm (2011)






Özer Atik Şarkıları

Özer Atik - Tutsam Ellerinden



Özer Atik - Ben Elleirn Olmadan da Yaşarım


Tolga Cevik & Özer Atik - Yalan Sanirim


Özer Atik - Sen Ordasın


Özer Atik Biz yalandan sevemeyiz


Özer ATik- Mühürlüdür Adın


Özer Atik- Yasak Değil Miyim Ben Sana


Özer Atik- Ben Varım


Özer Atik - Yok Böyle Bişey


Özer Atik- Ver Elini İstanbul


Koray Candemir & Özer Atik - Olmadı


Özer Atik - Tek Başıma Çaresiz


Özer Atik - Allı Turnam


Özer Atik - Umarsız Sevdalarım

16 Ekim 2011 Pazar

Ekim yolcusu


2011 yılının 2 Ekim'i. Bir jüri için Erzurum'a gidiyorum.

Otobüsün kalkmasına on beş dakika var. Banklardan birine oturuyorum. Tatlı bir güneş. Simidimi bir sokak köpeğiyle paylaştıktan sonra yerime geçiyor, camdan dışarı bakmaya başlıyorum. Otobüs üniversite öğrencileriyle dolu. Ekim. Dönem başı. Çoğu bu yola ilk kez çıkıyor, 1. sınıf.

Derken henüz on yedi-on sekiz yaşlarında bir kız biniyor otobüse, neredeyse bir çocuk. Uzun, dalgalı, koyu kestane rengi saçları, kocaman kahverengi gözleri var. İlk anda tanıyamayacağım kadar uzak. Aniden irkiliyorum. Mümkün değil! Ama ben bu yüzü tanıyorum. Bu gidişi iyi biliyorum. Yanımdan geçerken, ellerim iki yana düşmüş, büyülenmiş gibi bakıyorum yüzüne. Bir an için göz göze geliyoruz. Gözlerinden bir ilgi kavsi geçse de beni tanımıyor. Yerine oturuyor. Çaprazımda. Başımı hafifçe çevirsem onu görüyorum.

Bir yabancıyı izler gibi gizlice izliyorum onu. Aslında utanıyorum. Ama üst üste yapışmış ve aslında tek ve mutlak bir "Ben" olan sonsuz sayıdaki "Ben"lerden ayrılan bir "Ben" karşıma dikilmişken, başka türlüsü mümkün değil. "Her dem yeniden yaratılan" "Ben"lerden biri, bir gölge suretinde karşıma dikilmiş.

Bazı şeyler hiç değişmemiş. İşte o da ben de sarsıntıya aldırmadan dizimize dayadığımız deftere cümleler yazıyoruz meselâ. Ara sıra dışarı bakıyoruz. Asfalt üzerine konmuş kuşu otomobil ezer diye korkuyoruz. Biri elinde diğeri kucağında iki çocukla karşıya geçmeye çalışan bir kadın görünce yüreğimiz ağzımıza geliyor. Yol kenarında otobüse el kaldıran mahzun ihtiyarın nasıl bir hayatı olduğunu düşünüyoruz. Çiçeğe uzanan bir kız çocuğunu bir resim olarak zihnimize işliyoruz. Otobüs bir dağ başında mola verdiğinde simidimizden kalan parçayı minik sarı kedinin önüne bırakıyoruz. Ayaklarımızın altında uzanan sis denizine, ekim bu, sararmaya başlayan ağaçlara, toprağın üzerinde burgaçlanan kuru yapraklara, tepelere düşmüş ilk kara, geliyorum diyen kışa büyülenmiş gibi bakıyoruz. Muavinlerin "Kolonya" hikâyesinden hâlâ hoşlanmıyoruz. Hâlâ başımızı koltuğa bırakıp da iki satır uyuyamıyoruz.

Çok şey değişmiş. Giderken Hamsiköy'e, dönerken Aşkale'ye kadar ağlayan bir çocuk o. Benimse ağlamalarım bambaşka coğrafyalara çoktan kaymış. O henüz ihtişamı yara almamış bir dağı tırmanacak "Zigana'nın körü"ne sadaka vermeyi borç bilen otobüslerin içinde. Bense eskiden kıvrım kıvrım tırmanılan dağları şimdi tünellerle kestirmeden geçiyorum. O, bu yolun her halini her mevsimini bilecek, "Yeni yollar" yapılmamış daha. Benimse yolum hayli kısalmış, hayli konforlanmış. O iklimin de dağların da ağaçların da renklerin de adım adım değişmesini ilk kez görüyor. Bense ezber etmişim çoktan. Beni otobüs tutmuyor artık. Oysa onun her virajda başı dönecek. Bu berbat bulantıyı eksiltebilmek için Değirmendere'nin, Harşit'in köprülerini sayacak. Onun bindiği otobüslerde elma bahçeleri ile dolu vadiler boyunca sonuna kadar açık radyodan maç yayınları dinleniyor. Benimse koltuğumun önünde ekran var, sevdiğim şarkılar liste'de hâlâ olmasa da.

Bilet almakla yerine oturmak arasındaki mesafe bazen hiç bitmeyerek bazen yetmeyerek bindiğim her otobüsteki yol arkadaşlarımı bir bir hatırlıyorum. Kulaklarım tıkanıyor. Dönüp çaprazıma bir kez daha bakıyorum. Sırtında o yavruağzı kazak var, kol ağızları eprimiş ama vazgeçilemeyen o kazak. Başını cama dayamış. Yanındaki koltuk boş. Küçük çantasını oraya bırakmış.

Gitsem. Dikilsem karşına. Yanındaki koltuğa otursam. Desem ki? Ne desem?

Ne kadar çok yol arkadaşı olacak. Ve bazıları ne kadar fena olacak.

Sus. Konuşma en iyisi.

Geriye dönüp otobüsün arka sıralarına doğru bakıyorum. Göz göze geldiğim ama tanıyamadığım kahverengi gözlü, uzun siyah saçlı (veya belki değil?) benden daha yaşlı bir kadın beni göz hapsine almış mıdır? Belki o beni tanımıştır da ben onu tanımamışımdır.

Nazan Bekiroğlu

S € Ç ! M p 3


Ercan Saatçi - Şarkılar Seni Söyler








Mustafa Cihat - Bahanem Yok








Kalbe Söz Geçmiyor Efendim








Zeki Müren - Zehretme Hayatı Bana Canım








Uğur Murathan - Anlatamam Görmen Lazım








Gitarcı (Serkan Çevik) - Sen Gelmez Oldun(canlı performans)








Ajda Pekkan - Ağlama Anne








Ozan Doğulu & Sezen Aksu / Kaybolan Yıllar










Yüksek Sadakat - Döneceksin diye söz ver








Barkın Tarım - Hayata Dair








Mehmet Sayar - Hatalar İnsana Özgü










Hakan Emre Ziyagil - Açma Zülüflerin (Enstrümantal)










Aykut Kuşkaya - Allah Sorar (2011)








Levent Dörter - Gel Al Anılarını








Tarkan - Sen Çoktan Gitmişsin










Onur Şan - Anladım








Mithat Körler - Güneşimi Kaybettim








Leyla ile Mecnun - Falan Filan

14 Ekim 2011 Cuma

Kendine acımak - Mustafa ULUSOY

Suratını asma kaderine.

Gülümse.

Nedir ki seni zavallı yapan? Günlerdir, haftalardır, aylardır, kim bilir yıllardır bir kendine acımadır tutturmuş gidiyorsun. Ayağına taş değse, ah vah etmek, kendine acımak için hazır bekliyorsun.

İstediğin bazı şeylerin olmaması mı yürüdüğün yolları sarp, soluduğun havayı keskin yapan? Nereden biliyorsun neyin şer, neyin hayır olduğunu? Nasıl bu kadar eminsin? Kendini arıyorsun, ama yanlış yerde. İçinde kendini yitirip gittiğin yol başka bir yönde.

Ah vah ettiğinde, sızım sızım sızlanıp şikâyet üzerine şikâyet sıraladığında, dur. Ve bak.

Ayaklarına bak mesela. Ayaklarının nasırına bak. Yürütüldüğün yolların izlerini gör nasırların çizgilerinde. Yüzüne bak. Bir kedinin gözlerine bak. Bir yağmur damlasına bak alnına düşüp yüzünden süzülen. Gözlerini alan güneşe bak. Sabah uyanınca aynada kendine bak.

Bir sabah uyanınca aynada kendine bak; hakkının kendini bir zavallı olarak görmek olmadığını, yapmak gereken tek bir şey olduğunu düşün. Sonra da kullan o tek hakkını, sonsuz şükret.

Olmadı, içine bak.

Hüzünlerine bak mesela. Acılarına bak. Bak ki, içine yer etmiş bin bir çeşit duygunun sana dert değil derman olduğunu gör.

Verilen her nimet sınav olduğu gibi verilmeyenlerin de bir sınav olduğunu bir kere daha hatırla.

Her ne yaşadıysan veya yaşıyorsan; bil ki, onlar seni ebediyete götürecek yolu döşeyen taşlardır.

Evlendin, çocuğun mu olmadı? Çocuğun oldu, erkek mi olmadı? Erkek oldu, otistik mi oldu? Hiç mi evlenemedin? Baban bir kere bile sarılmadı mı sana? Annenin yüzünü bir kere bile görmedin mi? Baban çekip gitti mi ardına bile bakmadan? Çocukken başına istenmeyen şeyler mi geldi?

Yine acıma kendine.

Her ne yaşamış olursan ol, kendini zavallı biriymiş gibi görüp kendine ihanet etme.

Hayatım yanmış bir sayfa diyerekten, için için ağlarken, inlerken duyguların; yara almadan gitmek mi istersin dünyadan?

Hayatın hüznünü yenmeden nereye?

Ne eksiğin var Allah aşkına? Sana verilmeyen hangi şey, sana bahşedilmiş hayattan daha büyüktür?

Ağlıyorsun. Kendine. Kendi kendine.

Daha ne istiyorsun sabah güneşi gizlice sızarken odana?

Daha ne istersin? O'nu tanıyorsun.

Daha ne istiyorsun? Ebedi bir hayata namzetsin.

Daha ne isteriz ki? Öleceğiz ve ebedi hayatın kapısını çalacağız eninde sonunda.

Baksana, bir bardak su verdin annene. Bir başkasının kapısını çaldın. Sızlanacak ne var? İhanet edecek ne var kendine.

Neden mahrum kaldıysan, kaderindir senin o.

Nefsinin seni bir zavallı gösterme oyununa kanma.

Ne diyor şair Jean-Theodore Brutsch biliyor musun? "Kahraman olman/Savaşa soyunmak değildir nefretle.../Kahraman olmak/Sürüklemek değildir açgözlü yığınları/Görkemli ölümlere.../Kahraman olmak/Gülümsemesini/Ve umudunu korumasını bilmektir/Hüzünlerin, düş kırıklıklarının/Ve güç koşulların o tedirgin saatlerinde.../Bunu namus sözü edinmektir!"

Kahraman ol.
Kaderine gülümse.
Kahraman ol.
Her ne yaşarsan yaşa, kendine acıma.

15 Eylül 2011 Perşembe

Ahmet Enes Biyografi + mp3s



Ahmet Enes:

18 Aralık'ta, Erzurum’da doğdu.
İlkokul, ortaokul ve liseyi Üsküdar’da okudu.
2005 yılındaki Pakistan depreminde tercüman olarak görev yaptı.
...
2008'de İstanbul Üniversite’sinin Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu.
Üniversite öğrencilik yıllarında radyo programcılığına başladı, aynı dönemlerde çeşitli okul ve kültür merkezlerinde sayısız konserler verdi.
Canlı müzik formatlı radyo programıyla 2007 yılında "Yılın En İyi Radyo Programcısı" ödülünü aldı. .

Yurda dönüşünde TRT’de yayına başlayan 'Medya Müfettişi' programının editör kadrosunda görev aldı.Daha sonra TRT Müzik kanalının açılmasıyla eş zamanlı olarak yayına başlayan 'Günaydın Türkiye' programında performans sanatçısı olarak görev yaptı.

Çeşitli reklam, haber ve tanıtım metinleri seslendirdi, belgesel ve reklamlara müzik yaptı.

Æ bir yay burcu. Kalbiyle yaşıyor. En büyük hayali kendisinde saklı. En büyük isteği ise Sofi isminde bir kız babası olmak...

Yankı Alper - Ben Bir Kere Sevmişim Seni

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Nev - YOKUM!




Aşk dediğin eğer buysa
Eğer aşk acıya mecbursa
Bakmıyorsa duymuyorsa
Kalsın, ben yokum

Larilari larila larila larila

Kimi görsem bugünlerde biraz dertli aşktan yana
Aşk dediğin bir ayna sende ne varsa onda
Suçu yok zulmetme günahını alma boşuna
Aşk güzel bir şey inan ki

İkiyüzlü bir aynada kendimi gördüm sandım
Aklıevvel bir kalpsizin aşkından yeni aydım
Peki öyle ya da böyle ne fark eder bitiyorsa eğer
Gözlerimi ellerimle bağlamışım
Aşk dediğin başka bir şey olmalı

Ama aşk dediğin eğer buysa
Eğer aşk acıya mecbursa
Bakmıyorsa, duymuyorsa kalsın ben yokum
Buram, buram sevda yoksa, varsa yoksa kırılmaksa
Bedeli yalnız solmaksa kalsın ben yokum... Ben yokum

Larilari larila larila larila

Gün gelirde tek bir soru aralar ya perdeyi
Dert dediğin bile dostum layığından gelmeli
Üzülme izin ver biraz ışık girsin içeri
Bu ayna şarap ile yıkanmalı şimdi
Aşk dediğin güzel bir şey inan ki

Ama aşk dediğin eğer buysa
Eğer aşk acıya mecbursa
Bakmıyorsa, duymuyorsa kalsın ben yokum
Buram buram sevda yoksa, varsa yoksa kırılmaksa
Bedeli yalnız solmaksa kalsın

Aşk bir mucize gözleri kamaştıran
Bense pervaneler gibi ateşe aldanan
Ne bileyim yanarmış kanatlarım sokulursam
Yılanın zehrinden deva buldum
Aşk dediğin buysa ben yokum
Yokum... Yokum... Yokum

Aşk dediğin eğer buysa
Eğer aşk acıya mecbursa
Bakmıyorsa duymuyorsa kalsın ben yokum
Buram buram sevda yoksa, varsa yoksa kırılmaksa
Bedeli yalnız solmaksa kalsın ben yokum

Nev

20 Ağustos 2011 Cumartesi



YAZIK! ( A Turan ALKAN )
...
Nâzik tabirle Silahlı Kürt unsurları, öteden beri bildikleri yegâne dile yeniden döndüler ve devletin açık hedeflerine saldırmaya başladılar. Bu unsurların bir başka siyaset dili bilip bilmedikleri konusunda artık ciddi şüphelerim var. "Dediklerimi yerine getirmezsen seni öldürürüm" anlayışı üzerine siyaset kurmaya çalışıyorlar. Ramazan başlayalıberi giriştikleri eylemlerin kendilerince bile izahı yoktur; cinnet hâlidir. Barış ve çözüm ihtimâlinin en yükseğe çıktığı anlarda başlayan cinayetlerin başka mânâsı yok: bir nevi sayıklama hali, bir nevi patolojinin köklerine dönüş nöbeti
...


25 Temmuz 2011 Pazartesi

Facebook ve Twitter utanmayı unutturdu!




ABD'li psikoloji profesörü Rowland Miller, 30 yıl boyunca yaptığı araştırmalar sonucunda Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin utanma duygusunu yok ettiğini ortaya koydu.ABD'li psikoloji profesörü Rowland Miller, 30 yıl boyunca yaptığı araştırmalar sonucunda Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin utanma duygusunu yok ettiğini ortaya koydu. Miller'a göre, insanların hayatlarının bütün detaylarını tüm dünyayla paylaşmalarını sağlayan Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri utanma duygusunu yok ediyor.

Bu cümle, 30 yıl boyunca utanma duygusu üzerine araştırma yapan ABD'li psikoloji profesörü Rowland Miller'ın ulaştığı sonucu özetliyor.

İngiliz Times gazetesi yazarı Nicola Pearson da, Miller'ın araştırmalarından ve kendi tecrübelerinden yola çıkarak, "Artık hiçbir şeyden utanmıyor muyuz?" başlıklı bir makale yayımladı. Bir gün eve giderken yol kenarında karanlık bir köşede seks yapan bir çift gördüğünü anlatan Pearson, "Beni gördüklerinde utanmıştan çok, onları rahatsız ettiğim için kızmışa benziyorlardı" diye yazdı.

Giderek duygular da bitiyor

"Utanmak, tek başınayken hissettiğiniz bir his değil, sosyal bir duygudur. Başka insanların hakkınızda ne düşündüğünü umursadığınızı gösterir" diyen Pearson, Prof. Miller'ın da bu konudaki şu saptamalarına yer verdi: "Utanma duygusu, insanların toplumda kabul görmek istediğini gösterir. Bizim ne düşündüğümüzü umursamayan insanlardan hoşlanmayız ve onlara güvenmeyiz. Utanmak istemeyen insanlar daha düşünceli, dikkatli ve saygılı davranırlar. Nezaket gösterme ve doğru-yanlış ayrımı ortadan kalkarsa duygusuzlaşırız ve diğer insanların hayatını zorlaştırırız."