11 Şubat 2012 Cumartesi

Bizi kendimizin zalimi kılan ne?

Sizlere güven duygusuyla ilgili bir şeyler söylemek isterdim. İnsanın bu topraklarda işittiği şeylere, okuduğu haberlere, izlediği güncel olaylara bakarak bir başkasına sorgusuzca güvenebilmesi ne kadar zor değil mi?..


Dünyanın bugününde bu belki herkes için zor. Dünyanın nabzı düzensiz atıyor çoğu zaman. Kalbi sıkışıyor, beyni sarsılıyor... Dünyanın kalp atışlarında aritmi oluşmasının bir sebebi, kendi dönüş hızına yetişemez olması bence. Vaktin geçişini algılama maharetimiz arttıkça, daha hızlı dönüyor sanki dünya. Ve bize burada hazır bulunuşumuzun geçici olduğunu unutturuyor.
Yapışmış, çakılıp kalmışız sanıyoruz bu dünyaya. Biz de bir bakıma emanetiz halbuki burada. Unutuluyor.


Emanet aldığımız sözleri, fikirleri, aklı, bedeni, vakti, mülkü, toprağı nasıl taşıyabiliyoruz yıkıp imha etmeden, dökmeden, ihanet etmeden? Taşıyabiliyor muyuz, emin bir şekilde?

Bazen bana öyle geliyor ki, dünyaya ve başkalarına duyduğumuz güven azaldıkça, kendi sözlerimize, inandıklarımıza, düşüncelerimize verdiğimiz değer de azalıyor. Sadakati kurumuş sözlerde, tutulmamış sırlarda, taşlaşmış kalplerde bulabilmek mümkün değil. Çünkü sadakat, güvenin olmadığı yerde kendini yok eder kolayca. Kendi içine kapanır belki.


Medyanın dili bize daima dehşetin, vahşetin, zulmün, kötülüğün haberlerini veriyor. Dikkat çekebilmek, bir yerde bir şey oldu diyebilmek için, yani olay için ille dehşet algısı oluşturmak zorunda tüketicisinde. Sanırım tüketmekle çoğalttığımız ne varsa, insana zulmediyor. Ve işte bu dehşet dili giderek insanı güvensizliğin, belirsizliğin, çaresizliğin yalnız adalarına fırlatıyor ve orada unutuyor... Daima kötülük var artık dışarıda. Bilmediğimiz bir şeyler dönüyor. Futbol takımlarını cezalandıracak şike yasalarında, yardım kuruluşlarının hesaplarında, alışveriş marketlerinde, asayiş şubelerinde, telefonda, internette hep hırsızlar var. Şifre kırıcılar var...


Tabii gündelik hayatın dili de aynı dehşeti tüketiyor zihinaltımızda. Herkes her yandan haykırıyor birbirine: Devlet zorba. Darbeciler, cuntacılar sotalanmış, havayı koklamakla meşgul hep. Devleti yönetenler birbirine düşer. Bugün düşmezse yarın düşer. Yetmişli yıllarda da benzer siyasi atışmaları izlerdik ekran karşısında. Ahhh derdi büyüklerimiz ah!


Şimdi de böyle. MİT, PKK, KCK, TSK, Hükümet, Yargı... Dilimizde bunların çeşitli kombinasyonları, anlamlandırmaya çalışıyoruz başımızda çöreklenen ihaneti. Fitneyi. Her seferinde, farklı bir vechesini... Fakat itham ve iftiralarla, önyargılarla yerli yerine koyabileceğimizi sanıyoruz her şeyi.


Olmuyor. Silah tutanlar, kan dökenler, müzakere edenler, pazarlık yapanlar değişiyor sadece. Bizi o içeriden çürüten 'belirsizlik ilkesi' hepimizi tutsak etmiş. İstihbarat, emniyet, güvenlikçiler, siyasetçiler, askerler, bürokratlar karşılıklı büyük taaruzda on yıllardır. Doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayırabilmenin denklemi çoktan silinmiş.


Kime isterseniz sorun, onlar durulsa, içeriyle bağlantılı dışardan müdahaleler peşimizi bırakmıyor, bırakmayacak. Böyle derler. Zaten de bırakmaz. Hepsi birbiriyle bağlantılıdır, iç içedir. Oda içinde odalar vardır daima. Burası, bu topraklar hep kaos çıkarıcıların nemalandığı verimli topraklar. Fitnenin, şüphenin, paranoyanın, güvensizliğin, çekişme ve çatışmanın yuvası. Bunlardan nemalanan herkes, tüm kriz yönetmenleri buradadır. Böyle diyecekler. Diyorlar zaten kuşaklardır. Koro halinde seslendirdiğimiz nakarat bu.


Velhasıl, bu topraklarda hiçbir zaman huzur içinde, güvende, barış dolu bir dünya kurmak mümkün olmadığı için, birbirimize duyduğumuz güveni inşa edecek parametreleri de oluşturamıyoruz. Güvensizlik, burada hepimize daha fazla gerekli güvenmekten. Şüphe ve suizan daha işlevsel kalp sezgisinden. Art niyet iyi niyetten, peşin hüküm ve önyargı yapıcı bir sorgulamadan çok daha kaçınılmaz. Çünkü gizli görüşmelerin bilinmeyen eller tarafından sızdırılması, aleni çatışmaların binbir parmaklı eller tarafından kamçılanması, gerçeklerin kurgu senaryolarla saptırılması, büyük dehşetleri azmettirenlerin her seferinde ihaleyi taşeronlara vermesi, yalan, dedikodu, gıybet... Tüm bunlar şeffaf görünümlü bulanık bir insan türü yaptı hepimizi.


Hiçbir şeyin olduğu gibi görünmemesi hepimizi kendimizin zalimi kılıyor. Art niyetin, dehşetin, zulmün tutsaklarıyız. Kalbimizde dikenler. Zihnimizde mekanik zelzeleler...


Güvenin bittiği her yerde güvenlikçiler bekliyor bu yüzden bu topraklarda. Ellerinde silahla.
Razı olmanın, gönülden bağlanmanın, vefanın, sadakatin dili hırçın bekleyişlerin ölçülü suskunluğunda unutulmuştur işitilmeye işitilmeye. İyi uykular.

(Leyla İpekçi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya soru veya görüşlerinizi yazabilirsiniz!